Yazı kategorisi: doğa ekseninde

Bir yabancıya yakınlaşmak: Mantarların dolaşık yaşamları

Türkçede mantarın türlü halini diyeyim, tanımlamak için tek bir sözcük var, o da mantar. Ormanlık alanlarda yağmurdan sonra toprağın yüzeyinde beliren ya da marketlerde gıda olarak satılan, İngilizcede mushroom’a karşılık gelen sözcük. Bizim yine mantar olarak adlandırdığımız, genel olarak toprağın altındaki yaşam formunun İngilizcesi ise fungus. Domingo’dan çıkan Merlin Sheldrake’in bol ödüllü Saklı Dünya: Mantarlar Yaşamı, Zihnimizi ve Geleceğimizi Nasıl Değiştirir? adlı kitabının odağı da genel olarak fungus. Dolayısıyla henüz girişte, “Mantar Olmak Neye Benzer?” bölümünde, çevirmen Şiirsel Taş’ın gerekli bir notu var: “Mikroskobik mantarlardan makromantarlara, mantarlar âlemindeki bütün canlılar bilimsel terminolojide fungus, makromantarların spor üreten bölümüyse sporokarp ya da şapka olarak adlandırılır. Çeviride okuma kolaylığı sağlamak için fungus yerine mantar demeyi tercih ettik. Mantarın meyvesi olarak nitelendirilen mushroom içinse yerine göre şapka, şapkalı mantar ya da sporokarp sözcüklerini kullandık.” Açıkçası bu notun Türkiye’de mantar konusuna ilgimizi belirler nitelikte olması açısından da dikkat çekici olduğunu düşünüyorum, ama tabii bu şu ânın konusu değil.

Öte yandan dünyada da henüz hiçbir üniversitede mikoloji bölümü yok. Mikologlar biyoloji bölümüne girip bir alt dal olarak mikolojiye yöneliyorlar. 1960’lardan itibaren yoğunlaşan amatör ‘mikologların’ çalışmaları sayesinde mikolojinin popülerleştiğini akademisyenler dahi kabul ediyor. Kitabın yazarı Merlin Sheldrake de bir biyolog. Mantarlara ilgisi fermantasyona ilgisiyle koşut ilerliyor, Panama yağmur ormanlarında yeraltı mantar ağları üzerine yaptığı çalışmalarla derinleşiyor ve bu kitabın yazımına dek evriliyor.

Mantarlar Yaşamı, Zihnimizi ve Geleceğimizi Nasıl Değiştirir? Merlin Sheldrake’in peşine düştüğü ve yanıtlarını bulmaya çalıştığı soru bu. Ama tabii kitap sadece bu soruyla sınırlı kalmıyor. Giriş ve sonsözle birlikte on bölümde sorular ve yanıtları çoğalıyor, derinleşiyor, ilginçleşiyor. O halde yavaştan girelim şu gizemli mantarların dünyasına…

“Mantar deyince ilk akla gelen şapkalı mantarlardır. (…) Şapkalı mantar, mantarın gözle görülür, tesirli, makbul, lezzetli ve zehirli bölümüdür. Şapka mantarların spor saçmak için başvurduğu yollardan sadece biridir. (…) Mantarların çoğu birçok hücreden oluşan, hif dediğimiz incecik tüp şeklinde yapılar meydana getirir; hifler de dallanarak, birleşerek ve birbirine dolanarak miselyum adı verilen telkâri benzeri karmakarışık bir ağ meydana getirir. Miselyum en sık rastlanan mantar davranışlarından birini tanımlar; miselyumu bir şey olarak değil, bir süreç, çevresini araştırarak, belli bir düzen takip etmeksizin ilerleyen bir eğilim olarak düşünmek daha doğrudur. (…) Şapkalı mantar yapısı hiflerin bir araya gelmesiyle oluşur. Bu organlar spor yaymak dışında başka pek çok iş görebilir.”

Hem de ne çok iş! Mantar toprak altındaki yaşamın en etkin iletişimcisi, dönüştürücüsü, besin ve yaşam kaynağı. Bitkiler ve hayvanlar, daha doğrusu çok hücreli tüm canlılar (ökaryotlar) için hayati önem taşıyorlar. “İyimser bakış açısıyla bu kitabı, yaşam ağacının bu ihmal edilmiş dalının bir portresi olarak düşündüm ama durum bundan daha karışık” diyor Sheldrake söze başlarken. Okudukça anlıyorsunuz ki, karışık olmanın da epey  ötesinde durum…

Trüf mantarının peşine düşerek başlıyor kitap, ama trüfün cazibesinden sıyrılıp ‘iddiasız’ görünen likenlerin dünyasına dalınca okuma hevesimin arttığını da itiraf edeyim. Benim için trüften daha ilginç bir konu çünkü. Mantar ve alg arasındaki simbiyotik (ortak-yaşamsal) birliktelik liken. Kayaları kimyasal olarak parçalayabilen ve minerallerini diğer canlılar için besin olarak serbest bırakabilen tek yaşam formu olarak ekosistemlerde önemli rol oynuyorlar. Ekstremofil, yani başka dünyalarda yaşayabilecek organizmalar olduğunu bu kitapla öğrendim. “Jeotermal kaynaklardan, aşırı sıcak hidrotermal bacalardan, Antarktika’da buzun altında bir kilometre derinden örnekler alırsanız bu zorlu koşullardan etkilenmemiş ekstremofil mikroplar bulursunuz” diyor Sheldrake. Dolayısıyla likenlerin Uluslararası Uzay İstasyonu’na (ISS) gönderilen bir tür olduğunu ya da antibiyotiklerden parfümlere, boyalardan gıdaya (bir baharat karışımı olan garam masalanın malzemelerinden biri) kullanıldığını öğrenmek de şaşırtmıyor artık beni. Belki likenleri ilgi çekici olduğu kadar ürkütücü de kılıyor, o kadar! Tabii daha önemlisi homo sapiens’in varoluşundan çok daha uzun yıllar önce mantarlar ve diğer organizmalar arasındaki ortak-yaşamın inanılmaz etkilerini okudukça ve anlamaya başladıkça nutkum tutuluyor ve tarifsiz bir hayranlık hissi sarmalıyor beni. Kitabın sonuna dek de artarak devam ediyor bu etki.

Bir mantar hayvan ya da insan zihnini ele geçirebilir mi sorusunun etrafındaki bölüm, amatör mikologların en ilgisini çeken konuya; psilosibin ya da daha anlaşılır söylemiyle sihirli mantarlara odaklanırken aynı zamanda marangoz karıncaları etkisine alabilen cordyceps’e ya da zombi mantarlarına da başrolü veriyor. Cordyceps aynı adlı oyundan esinlenerek televizyona uyarlanan The Last of Us’ın da ilham kaynağı, manipülatör bir mantar. Sihirli mantar türlerinin birçoğunun aktif içeriği olan psilobin ise insanlar için mantarların cazibe unsuru olmasının en büyük nedenlerinden. 1950’lerde Amerika’da modern psikedelik araştırmaların yoğunlaştığı LSD ve psilobin çalışmalarının çıktıları yayınlandıkça insanların bu halüsinatif etkileri olan mantar türlerine ilgisi artıyor ve bilimsel çalışmalar durdurulsa bile amatör sihirli mantar üreticileri çoğalıyor. Bu ilk meraklıların bir kısmı –Paul Stamets gibi– meselenin sihirli mantarla sınırlandırılamayacak kadar derin olduğunu keşfedince mantarın hem üretim hem kullanım alanları ve elbette amatör mikologlar artıyor.

Sıra geliyor köklere… Ama köklerden de önce mikorizal ilişkilere… Mikoriza, mantar ve bitki arasındaki simbiyotik ilişki. Bitki türlerinin yüzde doksanından fazlasının mikorizal mantarlara bağımlı olduğunu ve bu bağımlılığın istisna değil kural olduğunu söylüyor Sheldrake; “Bir bitki yediğimizde bir mikorizal ilişkinin uzantısının tadına bakarız” diyor. Epey iştah açıcı bir düşünce. İşte bu işbirliği aslında bitkinin refahını ve verimliliğini de artırdığından, Sheldrake konvansiyonel tarım yöntemlerinde kullanılan kimyasalların topraktaki yaşamı yok etmesinin yıkıcı etkilerini de es geçmiyor elbette. Oradan orman çapında ağlara uzanıyor: “Mantarı hikâyeye katmak bizi mantarın tarafından bakmaya teşvik eder. Mantarın tarafından bakabilmekse ortak mikorizal ağların kimin çıkarlarına hizmet ettiği sorusunu yanıtlamamıza yardımcı olur.”

Kitabın sonlarına yaklaştıkça mantarın tarafından bakmamak zaten mümkün değil; hikâyenin başkahramanı o. Lezzet, şifa, iyilik olduğu kadar ekolojik gereklilik, sürdürülebilir çözümler de sunuyor dünyaya. Mikologların paylaştığı her yeni bilgi mantarların etrafındaki büyüleyici aurayı güçlendirerek çekiciliklerini artırıyor. Ancak hiçbiri belli açılardan halen gizemini koruyan bu dolaşık sistemi Merlin Sheldrake’in kaleme aldığı kadar anlaşılır kılamamış sanırım. Sheldrake kendi deneyimlerini ayrıntılı biçimde aktardığı kadar günümüze dek yapılan çalışmaların –ve dahası, filmler, romanlar, şiirler ve müziklerin– neredeyse kapsamlı bir çıktısını sunuyor Saklı Dünya’da. Kitaptaki her bölüm pek çok çalışmaya referans veriyor ve bu referansların tümü ayrıntılı notlar, kaynakça ve dizin olarak da yer buluyor kitapta. Bu da kitabın değerini artırıyor.

Anlatabilmek, açıklayıp aktarabilmek çok büyük bir beceri. Her bilimci bulguları herkesin anlayabileceği şekilde aktaramıyor. Merlin Sheldrake kesinlikle bu beceriye sahip. Herkesin anlayabileceği bir bilim kitabı yazmanın ötesine geçip bu anlatıyı neredeyse edebi bir düzeye taşıyor üslubuyla. Metaforlar, alıntılar kullanıyor. Örneğin Kanada’da Britanya Kolombiyası’nda gözlemlediği likenler için, “Kimileri leke gibi görünür, kimileri minik çalılara, bazılarıysa geyik boynuzuna benzer. Bazıları yarasa kanadını andırırcasına sarkık bir deri gibi görünür, bazıları şair Brenda Hillman’ın yazdığı gibi, ‘hashtag’ işaretleri halinde asılı durur” tanımlamasını kullanıyor ve şöyle devam ediyor: “Bir yere bağlı olmayan likenler belli bir şeyin üstünde yaşamaktansa etrafta serseri mayın gibi dolanır. Kaliforniya Üniversitesi herbaryumunun likenler küratörü Kerry Knudsen’in söylediği gibi, likenler çevrelerindeki ‘yalın öykü’ye karşılık ‘peri masalı’ gibi görünür.” Ya da köklere odaklandığı bölümde mantarlarla bitkilerin simbiyoz ilişkisini şöyle anlatıyor: “Mantarlar yaban hayatının eli çabuk devriyeleridir; toplama işini bitkilerin yapamayacağı şekilde hallediverirler. (…) Aralarındaki ortaklık sayesinde bitkiler bir protez mantar kazanırlar, mantarlar da bir protez bitki.” Bazen de aynı zamanda müzisyen olduğunu ele veren ifadeler kullanarak, mantarlar ve alglerin simbiyoz ilişkisini ‘bir metabolik şarkıyı birlikte söyleyebilmek’ ya da holobiyomu (farklı organizmaların bir araya gelip tek birim gibi davranabildikleri yapı) ‘bir caz grubu gibi muhteşem bir performans sergilemek’ şeklinde aktarıyor. Haliyle bilimsel bir kitap gülümseten, doyurucu, rahat bir okuma olarak okuyucuya yansıyor.

Mikrobiyal ekoloji profesörü Lynne Boddy, yaşamın en eski labirentlerinden birinin girişinde durduğumuzu söylemiş kitapta. Anlaşılan öyle. Ancak benim gibi ekolojik meselelere, doğanın işleyişine kafa yoran biri için kitabın ufuk açıcı olduğunu söyleyebilirim. Hiç ilgisiz bile olsanız yeryüzüne bakış açınızı kökten değiştirebileceğini de…

Bu yazı ilk kez K24‘te yayınlanmıştır.

Yorum bırakın