Bugün 89 yaşında olan, çoğunlukla şempanzelerle ilgili çalışmalarıyla tanıdığımız İngiliz primatolog Jane Goodall, yaşamını yalnızca şempanzelerin değil doğanın korunmasına da adamış bir biliminsanı. 1977 yılında, yaban hayatı ve çevreyi korumak amacıyla Washington merkezli kurduğu Jane Goodall Enstitüsü, bugün dünyanın pek çok yerinde faaliyet gösteren, sadece yaban hayat/doğa değil, özellikle Afrika’da yerel halkın kalkınması odaklı çok katmanlı ve farklı projeye öncülük ediyor. Kendisi de halen her yaştan insana yönelik yaptığı konuşmalar, konferanslar yoluyla doğanın korunması konusunda yol göstericilik yapıyor. Daha da önemlisi hitap ettiği insanlarda umudu yeşerterek onlara eyleme geçebilecek gücü aşılıyor.
Tüm dünyada çoksatan The Book of Joy: Lasting Happiness is a Changing World / Mutluluğun Kitabı kitabının Dalai Lama ve Desmond Tutu ile birlikte yazarı Douglas Abrams, bu kez Jane Goodall ile birlikte yazdığı Umudun Kitabı’nda bu ufuk açıcı ve gerçekten umut veren çalışmaları anlatıyor. Sohbet niteliğindeki kitabın pandemi nedeniyle yazımı ve basımı gecikmiş, ancak sonunda öğreniyoruz ki pandemi bile Jane Goodall’a hız kestirtememiş -iyi ki. Daha önce de Jane Goodall’ın çocuklar için kaleme aldığı Rickie ve Henri ile Doktor White’ı ve yine çocuklara yönelik Patrick McDonnell’ın yazdığı Ben… Jane kitaplarını basan Meav Yayıncılık bu kez yetişkinler için Şiirsel Taş’ın çevirisiyle Umudun Kitabı’nı sunuyor okuyucusuna.
İflah olmaz, hatta neredeyse sinir bozucu bir iyimser Jane Goodall. Kitabın ilk 70 sayfası bıktırana dek umuttan söz ediyor. Daha bilge ve daha adil bir dünya için başarı hikâyelerinin anlatılmasını önemseyen Douglas Abrams’ın zaman zaman kışkırtıcı sorularına mutlaka sakin ve makul bir yanıtı var umudu canlı tutmak için.
“Umut nedir?”
“Umut, bütün zorluklarına rağmen yola devam etmemizi sağlayan şeydir. Gerçekleşmesini arzuladığımız şeydir ama bunun için çok çalışmaya hazır olmalıyız.”
“… Yani umut için eylem gerekli, öyle mi?”
“Bütün umutların eylem gerektirdiğini sanmıyorum. Haksız yere atıldığın bir hapishane hücresindeysen eyleme geçemezsin ama yine de oradan çıkmayı umut edebilirsin.”
…
“Peki umut bir duygu mu?”
“Hayır, bir duygu değil.”
“O halde ne?
“Hayatta kalmamızın bir yolu.” … “Aslında hayatta kalma hasleti. Evet, işte bu.”
Yıllardır ekolojik her meselenin takipçisi, destekçisi, zaman zaman anlatıcısı olmaya çalışmış ve evet umudunu hiç yitirmemiş ama yorulmuş biri olarak ne okuyorum ben, bütün bunları biliyorum zaten, daha somut ne söyleyecek beni burada kalmaya ikna edecek diye düşündüğümü de itiraf ediyorum onlar umut nedir’i konuşurken. Ama orada kalmak için çok sağlam bir nedenim vardı zaten: Jane Goodall’ın kendisi.
Nedenlerini sıralamama çok da gerek yok hepimiz bir kırılma noktasındayız şu günlerde. Doğanın da bir kırılma noktası yok mu? Biliminsanlarının ‘altıncı büyük yok oluş’ olarak adlandırdıkları döneme girmişken ve ne olup bittiğinin farkında olan insanlar derin bir ‘ekolojik yas’ın içindeyken halen umuttan söz edebilir miyiz sorusu aklımıza takılıyor bazen, doğruya doğru. Doğanın insanın bu tahripkâr saldırısından kurtulması gerçekten mümkün mü?
İşte bu kitabı yazmak tam da bu yüzden böylesine önemli Jane Goodall için. Çünkü dedim ya o iflah olmaz bir iyimser, yılmaz bir doğa koruyucusu ve insanların ayakta kalmak, devam edebilmek, çözüm üretebilmek gücünü canlı tutan eşsiz bir yol gösterici. “Umutla ilgili herhangi bir tartışma, doğal dünyaya verdiğimiz korkunç zararı itiraf etmediğimiz, yaşanan muazzam kayıplara şahit olan insanların hissettikleri gerçek acıya ve ıstıraba eğilmediğimiz sürece eksik kalacaktır,” diyor. Kendisinin de olan bitenlere karşı bağışık olmadığını, bazen darbe aldığını, üzüldüğünü, kızdığını ama kendini toparlamaya ve devam etmeye çalıştığını söylüyor. İnsanların pes etmedikleri için başarıyla sonuçlanan mücadele hikâyelerini duymaya ihtiyacı olduğunun altını çizerek kendisinin de tanık olduğu pek çok başarı hikâyesi anlatıyor. Çok etkili, şaşırtıcı ve kışkırtıcı, umutlu, kahramanları bazen ağaç, bazen insan, bazen hayvan olan pek çok anlatılmaya değer yaşanmışlık hikâyesi ve onları belgeleyen siyah beyaz fotoğrafla dolu kitap.
Jane Goodall’ın dört sağlam nedeni var umut için; şaşırtıcı insan aklı, doğanın kendini iyileştirme becerisi, gençlerin gücü ve yılmaz insan ruhu. Jane Goodall’ın Tanzanya’daki evinde başlayan, Hollanda’nın Utrecht kentinde bir doğa koruma alanındaki orman kulübesinde ve son olarak İngiltere’de Bournamounth’taki çocukluk evinde bitmesi planlansa da pandemi nedeniyle online devam eden sohbet bu dört temel neden etrafında koyulaşıyor.
Herkesin aklını başına devşireceği zamanın geleceğini hiç sanmasa, her zaman günahkârların olacağını düşünse de akılla kalbini birlikte çalıştıracak, bilgece davranacak insanların dünya üzerindeki yaşama yönelik varoluşsal tehditleri ortadan kaldırabileceğine dair umudunu da yitirmiyor Jane Goodall. Bunun için dört büyük sorunu ortadan kaldırmak gerektiğini savunuyor; ilki yoksulluğu azaltmak -çünkü sefalet içinde yaşıyorsan tarım yapmak için son ağacı bile keser, sudaki son balığı bile avlarsın- ikincisi refah içinde yaşayanların yaşam tarzlarının sürdürülebilir olması -ihtiyaçtan fazlasını tüketmemek- üçüncüsü yolsuzluğun kökünü kazımak -iyi bir yönetim ve dürüst bir liderlik olmadan çevresel sorunlar çözülemez- dördüncüsü giderek artan insan nüfusu ve bu nüfusu beslemek için yetiştirilen besi hayvanlarının neden olduğu sorunlarla yüzleşmek.
Hepsi de bildiğimiz şeyler aslında öyle değil mi? Üstelik giderek daha çok insan yüz yüze geldiği bu sorunların farkına varıyor. Ancak bu dört koskocaman sorunu çözebilmek için eyleme geçebilen insan sayısı halen çok az. Douglas Abrams da haliyle niye daha fazla insan bu konuda bir şeyler yapmaya çalışmıyor diye soruyor.
“Çoğunlukla aptallığımızın boyutları karşısında bunalan insanlar kendilerini çaresiz hissettikleri için. Kayıtsızlığa ve karamsarlığa kapılıyor, umutlarını yitiriyor, o yüzden de hiçbir şey yapmıyorlar. Ne kadar küçük olursa olsun, her birimizin bir rolü olduğunu insanların anlamalarını sağlamalıyız. Milyonlarca küçük etik eylemin birikimli etkisi hakikaten fark yaratır.”
Jane Goodall’ın fark yaratmış biri olduğunu az çok biliyordum. Bu kitabı okuyunca onun bilmediğim pek çok ilham verici projesinden -mesela Tanzanya’da yürüttükleri Tacare programı konu ne olursa olsun resme büyük çerçeveden bakmanın önemi açısından çok çarpıcıydı- kendisi gibi yılmaz savaşçılardan ve yaptıklarından haberdar oldum ve onun nasıl bir umut elçisine dönüştüğünden… İkinci Dünya Savaşı’nın etkileri, Nazizimin uzantıları, Ruanda ve Burundi’deki soykırımlar, 11 Eylül saldırısı, yok sayılan Amerikan yerlileri, kutuplardaki İnuitler, dünyanın pek çok yerindeki mülteciler ve ormansızlaşma ve şempanzeler ve tüm yaban hayat etrafında şekillenen sorunlu dünya haline yapıcı yaklaşımlarıyla ‘yapılabileceğinin’ ve halen umut olduğunun capcanlı kanıtı kendisi. Kesinlikle peşinden gidilmesi gereken bir bilge. Doğanın bize değil bizim doğaya ihtiyacımız olduğunu ondan daha iyi anlatabilecek biri daha yok sanırım.
“Bir ekosistemi eski haline getirmek on yıl sürerse büyük bir iş başardığımızı hissederiz. Elli yıl sürerse umut etmek zorlaşır; zaman ölçeği gözümüze fazla uzun görünür ve insan evladı sabırsızdır. Fakat sonunda doğanın sebep olduğumuz tahribatla başa çıkabileceğine inanırsak, ömrümüz bunu görmeye vefa etmese bile umut etmek kolaylaşır.”
Dr. Jane Goodall bir süredir konuşmalarını “Birlikte yapabiliriz! Birlikte yapacağız!” diyerek ve dinleyicilerine bunu söylettirerek bitiriyormuş. Bu yazıyı sonlandırmak için de uygun bir son söz bence.
Bu yazı ilk kez K24′te yayınlanmıştır.