Yazı kategorisi: Genel

Okyanus dolusu aşk, cesaret, sevgi

Aşk. Romantik, tutkulu, büyülü. Hep mi, her zaman mı? Olmadığını biliyoruz hepimiz, değil mi?

Balıkçı ile karısının aşkı romantik mi? Belki. Tutkulu mu? Olası. Büyülü, büyüleyici mi? Büyülüden ne anladığınıza bağlı. Ama balıkçıyla karısının aşkı okyanuslar kadar derin, okyanuslar kadar dalgalı, okyanuslar kadar büyük.

Okyanuslara gelince… Okyanuslar mavi-yeşil. Okyanuslar tuzlu-sulu. Okyanuslar iyot-yosun-nem-tazelik kokulu. Okyanuslar köpük köpük, neşeli, oyunlu. Okyanuslar özgürlüğün davetiyesi. Okyanuslar bereketli, doyurucu. Okyanuslar tatlı tatsız sürprizlerle dolu. Okyanuslar çılgın. Okyanuslar çalkantılı. Okyanuslar gizemli. Okyanuslar karanlık. Okyanuslar tehlikeli. Ve okyanuslar kirletilmiş, dengesizleşmiş; yine de dirençli. Macera dolu.

İşte balıkçı ile karısının aşkı da tam anlamıyla okyanuslar gibi. Neyse ki kirlenmemiş, dengesizleşmemiş, ama yine de dirençli. Her zaman değil belki ama 232 sayfa boyunca yürekleri hoplatacak maceralarla dolu.

Balıkçı ve karısı Desen Yayınları’ndan çıkan Un Océan d’amour / Aşk Denizi‘nin kahramanları. Fransız sanatçılar, Wilfrid Lupano’nun senaryosunu yazdığı, Grégory Panaccione’nin resimlendirdiği bir sessiz kitap Aşk Denizi. Şimdiye dek ‘okuduklarım’ içinde anlatım gücüyle beni en etkileyeni olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Hayatın içinden, sıradan bir yaşamdan samimi, sımsıcak, dürüst bir kesit diyebiliriz özünde anlatılana; ama işte en güçlü anlatılar tam da bu sıradanın nasıl kurguladığıyla ilgilidir ya, Aşk Denizi sessiz sözsüz ama gümbür gümbür anlatıyor aşkı da, okyanusu da, yaşamı da. Bir yanıyla gerçekçi, bir yanıyla absürd, aynı zamanda mizahi.

Balıkçı yaşlanmış, gözlüklü ve çelimsiz. Karısı iri yarı, anaç, becerikli. Kadının kıyafetiyle Breton oldukları (günümüzde Fransa sınırları içinde kalan, geçmişte Birleşik Krallık’a bağlı olan bölgede yaşayan Kelt kökenli halk) ve bir sahil kasabası olan Brittany’de yaşadıkları vurgulanıyor. Yine bir sabah gün ağarmadan karısının yaptığı krepleri yiyip elleriyle hazırladığı sardalya konservesinden oluşan kumanyasını alıp denize açılıyor balıkçı. Ancak o gün teknesi büyük bir balıkçı teknesinin ağına takılıyor. Çömezini bota bindirip geri yollarken kendisi teknesini kurtarmaya çalıştıkça daha da kötülüyor işler ve Atlantik’in açıklarına sürükleniyor. Köydeki endişeli karısı geri dönen çömezden kocasının Küba’da olabileceğini öğreniyor ve tüm itirazlara rağmen bütün birikimiyle bir yolcu gemisi bileti alıp kocasının peşine düşüyor. Balıkçı nihayet kurtarmayı başardığı teknesinde, karısı lüks ‘cruise’de okyanusun türlü çeşit hallerinde birbirlerine kavuşup evlerine dönebilmek için çabalıyor da çabalıyorlar.

Kitap tatlı bir aşk hikâyesi gibi görünse de, yaşanan onca macerayla birlikte denizlerin insanlar tarafından nasıl kirletildiğine ve deniz yaşamını nasıl olumsuz etkilediğine, sosyal medyanın tuhaf etkisine, farklı kültürlere, tanıklıklara ve tabii sevgisiz hiçbir şeyin mümkün olamayacağına da yelken açıyor. Bütün bu meseleler hiç çaktırmadan sızıyor anlatıya. Her yeriniz deniz kokusu ve tuzuyla sarmalanırken kâh gülümsüyor kâh düşüncelere kapılıyor ama hiç bekleme yapmadan sonuna ulaşıyorsunuz maceranın tüm bu detaylara sonrasında geri dönüp bakmak üzere…

Wilfrid Lupano ekolojik sorunlar ve sosyal adaletsizlikler gibi konulara duyarlı bir yazar. Özellikle de okyanuslardaki aşırı avlanma, kirlenme, balıkçıların durumu ilgi alanına giriyor. Büyükannesi Atlantik kıyısında yaşayan bir Breton. Sanıyorum krepler, sardalyalar, danteller de Bretonlara atıfta bulunan detaylar. İşte hepsi tuhaf maceralarla dolu vazgeçilmez bir aşk hikâyesine dönüşmüş Lupano’nun kaleminde. Ancak en ince detayları bile yazarken biliyormuş ki bu bir sessiz kitap olacak. Grégory Panaccione bu noktada devreye giriyor ve arka planında bir zamanlar tatil yaptığı bu sahil şeridinin yer aldığı öykü hemen çekiveriyor onu içine. Panaccione uzun yıllar hem animasyon sektöründe storyboard sanatçısı olarak çalışmış hem Lupano’nun da yayınevi olan Delcourt’ta pek çok çizgi romanı yayınlanmış. Çalışmalarında ifade biçimlerini geliştirebilmek için farklı çizim teknikleri üzerine yoğun çalışmalar yapıyor. Kitaptaki karakterlerin hem söz hem duygusunu çok net yansıtabilmesi bundan olsa gerek. Ancak tam sayfayı kaplayan okyanus çizimleri de anlatının etkisini güçlendirip çok daha çarpıcı hale getiriyor. Her iki sanatçının da Türkçede daha önce yayınlanmış birer kitapları var. Lupano’nun Hartlepool Maymunu ve Panaccione’nin Arkadaşım Toby. Aşk Denizi birlikte ilk çalışmaları ve kitabın onlara Fransa’da getirdiği ödül bir anlamda Breton halkını da onurlandırdığı için çok sevinmişler.

Evet, sözsüz bir kitap Aşk Denizi, ama girişinde İspanyol çizer Paco Rosa’nın bir önsözü var. Sessiz bir kitaba önsöz yazmanın kutsala saygısızlık etmek gibi olduğunu hemen belirtse de kendisine verilen bu görevi yerine getirmiş Rosa. Okurken bana da çok anlamlı gelmedi bu giriş açıkçası, ancak kitabı bitirdiğimde Rosa’nın sessiz sinemaya saygı niteliğindeki sözleri karşılığını buldu. Elimdeki kitap da bir çeşit sessiz sinema örneği gibiydi ne de olsa. Hoş, sessiz sinemada bile araya söz girer açıklamak için. Aşk Denizi’nin hiçbir açıklamaya ihtiyacı yok oysa. Lupano’nun sürprizlerini kaçırmamak için çok da detaylandırmadan değinmeye çalıştığım toplumsal, çevresel meselelerle ve taşralı küçük insanların yüce gönüllülükleri ve cesaretleriyle bezeli aşk hikâyesini, Panaccione illüstrasyonuyla, hiçbir detayı, dokuyu atlamayan renklendirmesiyle eksiksiz yansıtmış çünkü. Biz okuyucular için de gerçekten gözümüzü ayırmadan seyredeceğimiz bir çeşit sessiz çizgi film etkisi yaratmış.

Son olarak bu yazı için araştırma yaparken karşıma çıkan bir performansın videosunu da ekliyorum buraya sizler için. İyi okumalar…

Bu yazı ilk kez K24′te yayınlanmıştır.

Yorum bırakın