Yazı kategorisi: mutfakta

Titiz bir şeften lezzetli bir çizgi roman

Benoit Peeters Fransa ve Belçika’da tanınan bir çizgi roman senaristi, edebiyatçı, eleştirmen. Sinema ve felsefeyle de yakından ilgili bir akademisyen. Tenten ve haliyle Hergé özel ilgi alanı ve bu konuda yazdığı bir tez ve ardından makale ve kitapları var. Pek çok dile de çevrilen polisiye türünde, alternatif çizgi roman tarihi de denebilecek Les Cités Obscures / Karanlık Şehirler’in François Schuiten ile birlikte yaratıcısı bir entelektüel. Ancak biz onunla başka bir tutkusu üzerinden tanıştık. İlk gençlik yıllarında keşfe çıktığı lezzet arayışını, yemek yapma ve yeme tutkusunu yakın çevresinin de dışına sunduğu Comme un Chef / Bir Şef Gibi çizgi romanıyla. Çizer Aurélia Aurita ile yarattıkları kitap, Peeters’in samimiyetle ‘aşçı’ kimliğine odaklandığı özyaşam öyküsü aslında. 

Kalabalık bir aileden geliyor yazar, ancak çocukluk yıllarında anne bir hastalıkla uğraşıyor baba da yoğun çalışıyor. Brüksel’de geçen bu yıllarda evde yemek kuru ve yavan; ekmek üstü atıştırmalıklar ve konserve. Yazar 17 yaşındayken Paris’e geri dönüyorlar. Lisede sosyal açıdan aynı dünyanın insanı olmadığını hızla anladığı yakın arkadaşı sayesinde farklı lezzetleri tanımaya başlıyor. Edebiyat, Roland Barthes, yeni roman, yapısalcılığın dönüşümü tartışmalarına mutfağın dönüşümü de giriveriyor. Kendini, elinde yeni mutfak kavramının öncüleri Gault & Millau’nun restoran önerileri rehberi küçük restoranlarda tat keşifleri ve çok geçmeden de evde yemek denemeleri yaparken buluyor. Doktora tezi (Hergé üzerine), okuldaki hararetli edebiyat tartışmaları, dergilere makaleler, ilk romanı Omnibus ile kariyerine erken ve iyi bir başlangıç yapıyor, ancak fonda lezzetli şaraplar ve yemekler aklını karıştırmaya devam ediyor Peeters’ın. 

1977 yazında Brüksel’de yaşayan kız arkadaşının külüstür arabasıyla çıktıkları tatilde tüm parasızlıklarına karşın dönemin meşhur restoranı Troisgros Kardeşler’de durup yemek yemeye karar verdiklerinde bir aydınlanma yaşıyor yazar. Restoranın efsanevi yemeği kuzukulaklı somon dilimin kendisinde yarattığı etkiyi Claudel’in Notre-Dame’da dine dönmesi gibi yepyeni ve ufuk açıcı bir deneyim olarak dillendiriyor. Bu aydınlanma onu daha fazla ve daha iyi yemek yapmaya yönlendiriyor, öyle ki cesaretini toplayıp hocası Roland Barthes’ı bile yemeğe davet ediyor. Nihayetinde Paris’teki akademik ortamını bırakıp Brüksel’e kız arkadaşının yanına taşınmaya ve hayata atılmaya karar veriyor. Makalelerle yeterince para kazanamadığını anladığında ise aşçılık yeteneği imdadına yetişiyor ve kutlama yemekleri için evlerde aşçılık yapmaya başlıyor. Ancak bu macera ev sahiplerinin kaprisleri, yeni lezzetlere açık olmamaları nedeniyle uzun sürmüyor. Öte yandan o sıralarda yeniden temas kurduğu çocukluk arkadaşı François Schuiten’le hem çizgi romanların büyülü dünyasına giriyor hem de Schuiten’le günümüze dek sürecek ortaklığı başlıyor.  

Bu noktadan sonra Bir Şef Gibi, Metal Hurlant, A Suivre, Conséquences gibi çizgi roman dergilerinden Vivarois, Comme Chez Soi, La Cravache d’Or, Bruneau, Apicius gibi restoranlara uzanan geniş bir entelektüel maceraya yelken açıyor. Şef Willy Slawinski’nin Gent’teki 

restoranı Apicius özel duraklardan biri. Mekân bugün görmeye alıştığımız Michelin yıldızlı restoranların öncülerinden, ancak Slawinski’nin genç yaşta ölümüyle erken bir kapanış yapıyor. Bu kayıp Roland Barthes’ın kaybı kadar derin bir iz bırakıyor Peeters’da.   

Son durak efsanevi şef Ferran Adria’nın Katalanya’daki restoranı El Bulli. Kariyerinin zirvesindeyken restoranını kapatmaya karar veren Ferran Adria’nın 28 Temmuz 2011’de gerçekleşen dillere destan kapanışına Benoit Peeters da arkadaşlarıyla birlikte gidebilme şansını yakalıyor ve kitapta o günü en ince detaylarıyla bizimle paylaşıyor. 

1970’lerden 2010’lara ayrıntılı bir dokümanter tadında Bir Şef Gibi. Sanılanın aksine yemek tarifleri içermiyor, ancak Belçika-Fransa hattında bolca menu, yeni mutfak manifestosu, kitaplar ve mekânlara dair ipuçları ve lezzetli notlarla dopdolu Aurelia Aurita, Peeters’ın önüne koyduğu belgeler ve fotoğraflardan yararlanarak dönemin atmosferini ince ince desenlemiş. Eskinin fotoromanları gibi siyah beyaz resimler, ancak elbette başroldeki yemekler hariç. Bir tek onlar rengarenk ışıldıyor. Bu seçim ayrı bir okuma keyfi katmış albüme.  

Lezzetin, mutfakta yaratıcı sentezlerin, fark yaratan minik dokunuşların peşinde sürüklüyor bizi Benoit Peeters ve Aurelia Aurita. İyi ki… Ancak tüm bu lezzetli sofraların sanatla, edebiyatla, müzikle dolup taşması kitabın gizli cazibe unsuru bence. 

Bu yazı ilk kez K24′te yayınlanmıştır.

Yorum bırakın